Sokrates, felsefe tarihinin en büyüleyici figürlerinden biridir. Buna rağmen, bu filozof geride hiçbir yazı bırakmamıştır. Onun hakkında bildiğimiz her şey öğrencilerinin — özellikle Platon ve Ksenofon’un — tanıklıklarından gelir. Bu durum onun imajını hem açık hem de gizemli kılar: açık, çünkü yöntemini ve temel fikirlerini iyi biliyoruz; gizemli, çünkü gerçek yüzü başkalarının kelimeleri arasında gizlidir.
Sokrates’i diğerlerinden ayıran şey, felsefeyi yapma tarzıdır. Her şeyi bildiğini iddia etmezdi, tam tersine: ünlü sözü “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” onun yaklaşımını özetler. Ona göre bilgelik, bilgi biriktirmekten değil, sınırlarını kabul edip gerçeği başkalarıyla birlikte aramaktan geçiyordu. Atina sokaklarında dolaşır, vatandaşlara — zanaatkârlara, şairlere, siyasetçilere — adalet, cesaret veya erdem gibi kavramlar hakkında sorular sorardı. Soruları genellikle basit görünürdü ama karşısındakini düşünmeye, şüphe etmeye ve kendi kendisiyle çelişmeye zorlardı.
Bu yöntem, Yunancada maieutikê (doğurtma sanatı) kelimesinden gelen maieutik yöntem olarak bilinir. Sokrates kendini ruhların ebesi olarak görürdü: öğrettiği şey hazır bir hakikat değil, insanların kendi içlerinde zaten taşıdıkları hakikati doğurmalarına yardım etmeydi. Bu fikir bugün bile son derece moderndir. Zira fikirler ve bilgiyle dolup taşan dünyamızda, asıl bilgelik her söylenene inanmakta değil, doğru soruları sormakta yatar.
Sokrates’e göre felsefe soyut bir etkinlik ya da yalnızca seçkinlere ait bir uğraş değildi; bir yaşam biçimiydi. “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez,” demişti mahkemede. Yani filozof olmak, düşünceleriyle, sözleriyle ve davranışlarıyla tutarlı olmaktı. Bu ahlaki bütünlük anlayışı onu ilkelerine ihanet etmektense ölmeyi seçmeye götürdü. Zehirli baldıranı içmek, onun için vicdanına ihanet etmekten daha az acı vericiydi.
Sokrates, Batı felsefesini derinden etkiledi. Onun olmasaydı belki Platon ve Aristoteles de olmazdı. Ardında bıraktığı miras, hakikatin zorla dayatılmadığı, sorgulama ve diyalogla inşa edildiği düşüncesidir. Onun öğretisi, cehalete karşı direnişi kibirle değil, merak ve alçakgönüllülükle yapmayı öğütler.
Bugün bile Sokrates’in sesi yankılanıyor. Sosyal medyanın ve hızlı yargıların çağında, onun sorgulayıcı yöntemi her zamankinden daha gereklidir. O bize hatırlatır: felsefe, haklı çıkmak değil, daha iyi anlamayı öğrenmektir — kendimizi, başkalarını ve dünyayı.
Kısacası Sokrates yalnızca tarihsel bir karakter değildir; o, düşünce özgürlüğünün yaşayan bir sembolüdür. İçimizdeki “neden?” sorusunu soran sesi temsil eder. Görünüşteki gerçekleri sorgulamaya, gerçeğin peşinde diyalog içinde kalmaya davet eder. Belki de bu yüzden, iki binden fazla yıl sonra bile, hâlâ zihnimizde yaşamayı sürdürür.
0 yorum